Contextualizing concept refers to designing a building or space based on—and responding to—existing data, particularly its history, memory, and contextual elements. Here, context includes the physical environment, cultural setting, historical values, and even social dynamics. The main goal is for the architectural design to establish a harmonious unity with its surroundings, enhance the existing condition, and reflect the location’s unique characteristics. In this approach, the integration of local materials, urban fabric, or landscape plays a significant role.
Traditional Material Usage
For instance, in a historic neighborhood dominated by red brick, reusing red bricks in a newly designed building becomes a powerful tool for grounding the concept in context. The architect creates a modern design, but incorporates historical materials and stylistic cues from the surroundings so that the building feels like a natural part of the neighborhood.
Adaptive Reuse
Another approach might involve converting a century-old warehouse into modern office spaces. In such a project, the concept responds to contemporary needs while preserving original elements such as metal beams, vaulted ceilings, or brick walls that define the industrial identity. This method revitalizes the space without erasing its historical traces. A similar example is GAD PARK's conversion of a single‑story parking garage into offices: the structural features of the original building were preserved, and new solutions for modern functions were developed. The garage’s structural elements and design language became integral to the transformation, building a strong bridge between the building’s memory and its new functional needs.
Conceptualizing Context involves treating a situation or environment itself as the concept and interpreting it. In this approach, the architect begins by considering how the site influences and shapes the design concept, interpreting the context through broader analysis. Here, context becomes a fundamental element of the architectural concept, serving as an inspiration and a guiding tool for design. The existing environment becomes open to reimagining or redefinition, allowing the design to establish new forms of interaction with its surroundings.
In essence, while contextualizing concept focuses on adapting an idea to its surroundings, conceptualizing context starts by making the context itself the origin of the concept. Both approaches aim to integrate architecture with its environment, but their methodologies differ.
Bernard Tschumi’s Theoretical Contributions:
In Event‑Cities and Architecture and Disjunction, Tschumi discusses the relationship between space, events, and movement—defining context not just as physical environment, but also through the activities and interactions occurring within. His approach posits architecture not merely as built form, but as a medium for potential experiences and events, theoretically reinforcing conceptualizing context.
Conceptualizing context means making the context itself the conceptual core of the design. In this approach, the environment is not just an external condition to respond to, but a direct source of inspiration that shapes the concept. As the examples show—whether it’s the sail form of the Sydney Opera House, Fallingwater’s integration with the waterfall, or projects in Cappadocia grounded in geological and cultural context—context becomes the creative force that transforms architecture.
TR
Contextualizing concept, bir bina ya da mekânın mevcutverilerinden özellikle tarihine, hafızasına ve çevresindeki bağlamsal unsurlaratüretilen ve bunlara yanıt veren bir konseptle tasarlanmasını ifade eder.Buradaki context; fiziksel çevreyi, kültürel ortamı, tarihideğerleri ve hatta sosyal dinamikleri kapsar. Ana hedef, mimari tasarımınçevresiyle uyumlu bir bütünlük kurması, mevcut durumu geliştirmesi ve bulunduğuyerin benzersiz özelliklerini yansıtmasıdır. Bu yaklaşımda yerel malzemelerin,kentsel dokunun veya peyzajın tasarıma entegre edilmesi önemli bir rol oynar.
Örneğin, kırmızı tuğlanın baskın olduğu tarihi bir mahallede tasarlanan yenibir yapıda kırmızı tuğlaların yeniden kullanılması, konsepti bağlama oturtmanıngüçlü bir aracı olur. Mimar modern bir tasarım üretir; ancak yapının,mahallenin doğal bir parçası gibi hissedilmesi için çevredeki tarihselmalzemeler ve stilistik ipuçları da tasarıma dâhil edilir.
Bir başka yaklaşım, yüzyıllık bir deponun günümüz ofis mekânlarınadönüştürülmesi olabilir. Böyle bir projede konsept, modern ihtiyaçlara cevapverirken yapının endüstriyel kimliğini oluşturan metal kirişler, tonoz tavanlarveya tuğla duvarlar gibi özgün elemanları korur. Bu yöntem, tarihsel izlerisilmeden mekânı yeniden işlevsel hale getirir.
Benzer bir örnek olarak GAD PARK’ın bir katlı otoparktan ofise dönüşümünde,mevcut yapının karakteristik strüktürel özellikleri korunmuş, modern işlevlereuygun yeni çözümler üretilmiştir. Otoparkın strüktürel elemanları ve tasarımdili, dönüşümün önemli parçası olmuş; hem yapının hafızası hem de yeni işlevselihtiyaçlar arasında güçlü bir köprü kurulmuştur.
1. St. Pancras Renaissance Hotel, Londra
Gotik Revival tarzındaki bu ikonik otelin restorasyonu ve genişletilmesi, özgünstille uyumlu çağdaş müdahaleleri içerir. Yeni elemanlar, özgün malzemeler vedesenlerle uyumlu şekilde tasarlanmış, tarihi bütünlük korunmuştur.
2. High Line, New York City
Yükseltilmiş demiryolu hattının lineer parka dönüştürülmesi, MeatpackingDistrict’in endüstriyel tarihine saygı duyan ve yerel bitki örtüsü ile açıkalanları vurgulayan bir tasarımdır. Böylece hem kentsel hafıza korunmuş hem demodern bir kamusal alan üretilmiştir.
3. Louvre Piramidi, Paris
I.M. Pei’nin tasarladığı cam ve metal piramit, Louvre Müzesi’nin klasikmimarisine bilinçli bir kontrast oluşturur. Geometrik formuyla çağdaş bir ifadesunarken, şeffaflığı ve malzeme diliyle çevresine saygı gösterir. Piramit,tarihi yapının ihtişamını görünür kılarak onunla diyalog kurar.
4. Esma Sultan, İstanbul
19. yüzyılda inşa edilen ve yangın sonrası yalnızca tuğla kabuğu kalan yapı,1999’da GAD Mimarlık tarafından çağdaş bir dille yeniden işlevlendirilmiştir.Tarihi kabuk korunmuş, içine şeffaf bir yapı oturtulmuştur. Böylece hem 200yıllık miras görünür kılınmış hem de çağdaş İstanbul’un kültürel ihtiyaçlarınauygun, çok amaçlı bir mekân yaratılmıştır.
5. Borusan Music & Art Center, İstanbul
Tarihi Beyoğlu bölgesindeki bu merkez, kültürel süreklilik ve dönüşümünsembolüdür. Neo-klasik cephesi korunurken, diagrid çelik kolonlarla desteklenenyeni bir strüktür eklenmiştir. Bu sayede hem İstiklal Caddesi’nin tarihseldokusuna şeffaflık ve açıklık katılmış hem de sergi, konser ve eğitim içinçağdaş bir mekân üretilmiştir.
6. Divan Kuruçeşme, İstanbul
Boğaz kıyısında, tarihi Kuruçeşme’nin siluetine saygılı şekilde tasarlanmıştır.Mevcut tarihi duvarlar ve ağaçlar korunmuş, yeni tasarım doğal çevreylebütünleşecek biçimde kurgulanmıştır. Yer altındaki sarnıçlar, istinat duvarlarıve teras bahçeleri korunmuş, eklenen tonoz kümeleriyle proje hem geçmişi hembugünü kucaklamıştır.
Conceptualizing Context, bir durumun veya çevrenin bizzat bir kavram olarak ele alınmasını ve yorumlanmasını içerir. Bu yaklaşımda mimar,alanın tasarım konseptini nasıl etkilediğini ve biçimlendirdiğini dikkate alarak işe başlar; bağlamı daha geniş ölçekli bir analizle yorumlar. Bu bakış açısında context, mimari konsept için temel bir unsur haline gelir ve tasarım için bir ilham kaynağı, yön belirleyici bir araç işlevi görür. Mevcut çevre, yeniden hayal edilmeye veya yeniden tanımlanmaya açık hale gelir ve böylece tasarım, çevreyle yeni etkileşim yolları kurmayı amaçlar.
Aslında contextualizing concept,mevcut bir fikrin çevresine uyarlanmasına odaklanırken, conceptualizing context, doğrudan bağlamın kendisini kavramın çıkış noktası haline getirir. Her iki yaklaşım da mimariyi çevresiyle bütünleştirmeyi amaçlar; ancak metodolojileri farklıdır.
Sahaya Özel Sanat Enstalasyonu:
Bir kamusal sanat projesinde mimar, yakındaki bir nehrin akışı veya rüzgârakımlarının desenleri gibi doğal peyzaj özelliklerinden ilham alarak çevresiyle etkileşim kuran soyut bir enstalasyon tasarlayabilir. Burada doğanın kendisi,konseptin temel belirleyicisi haline gelir.
Kentsel Dönüşüm:
Yeniden geliştirilmekte olan bir kentte mimar, mevcut ulaşım modellerini,toplumsal dinamikleri ve çevresel faktörleri analiz ederek yeni bir master plan geliştirebilir. Bu plan, kentin sosyal ve ekonomik durumunu yansıtırken aynı zamanda geliştiren, yenilikçi kentsel alanlar sunar. Böylece konsept, doğrudankentin işleyişinden ve dönüşümünden türetilir.
New Tashkent City Projesi:
Taşkent’in gelişimine yeni bir vizyon kazandırmayı hedefleyen bu master plan,ülkenin uzun vadeli kalkınma hedefleri doğrultusunda altyapıyı güçlendirmeyi,ekonomik kalkınmayı teşvik etmeyi, toplumsal gelişimi desteklemeyi ve ekosistem hizmetlerini zenginleştirmeyi amaçlar. Projede sürdürülebilirlik ilkeleri ön planda tutulmuş; enerji verimliliği, yeşil alanlar, ekolojik koridorlar, mimari mirasın korunması ve erişilebilir konut gibi unsurlar tasarıma entegre edilmiştir. Orta yükseklikte karma kullanımlı binalar yaya dostu bir çevre oluşturmayı hedeflerken, yüksek katlı yapıların çevresel etkileri minimize edilmiştir. Ayrıca küçük merkezlerin canlandırılması, banliyölerin ve uydu bölgelerin gelişimini teşvik etmektedir. Bu yaklaşım, şehrin yaşanabilirliğini ve sürdürülebilirliğini artıran iddialı bir vizyonu ifade eder.
1. The Shard, Londra
Renzo Piano tarafından tasarlanan The Shard, dikey formunu Londra’daki kilise kulelerinden esinlenerek geliştirmiştir. Avrupa’nın en yüksek yapılarından biri olmasına rağmen, tarihi ve çağdaş kent manzarasıyla bağ kurmayı hedeflemiştir.
2. Sidney Opera Binası, Avustralya
Jørn Utzon’un tasarladığı bu yapı, Sydney Limanı’nın deniz ortamını yansıtan yelken benzeri kabuklarıyla conceptualizing context yaklaşımının güçlü bir örneğidir.
3. Fallingwater, Pennsylvania
Frank Lloyd Wright’ın tasarladığı bu ev, bir şelalenin üzerine inşa edilmiştir. Çevredeki kaya oluşumları ve ormanın dokusunu yansıtan yerel malzemeler, yapıyı doğal peyzajla bütünleştirir.
4. Salk Biyolojik Araştırmalar Enstitüsü, Kaliforniya
Louis Kahn’ın tasarımı, Pasifik Okyanusu’na yönelen avlularıyla ufku çerçeveleyen dramatik bir etki yaratır. Beton gibi yalın malzemeler kullanılarak sitenin doğal güzelliği ön plana çıkarılmıştır.
5. Therme Vals, İsviçre
Peter Zumthor’un tasarladığı spa kompleksi, doğrudan yamaca inşa edilmiştir. Çevredeki taşların yoğun kullanımı, yapının toprağın bir parçası gibi algılanmasını sağlar.
6. Parc de la Villette, Paris
Bernard Tschumi’nin dekonstrüktivist yaklaşımı, kırmızı “folly”ler aracılığıyla parkın geleneksel tanımlarına meydan okur. Tasarım, form ile içerik arasındaki karmaşık ilişkileri sorgular ve bağlamı soyut bir kavram olarak yenidentanımlar.
Bernard Tschumi’nin Teorik Katkıları:
Tschumi, Event-Cities ve Architecture and Disjunction adlı eserlerinde mekân, olay ve hareket arasındaki ilişkiyi tartışarak, bağlamı sadece fiziksel çevre değil, aynı zamanda içinde gerçekleşen etkinlikler ve etkileşimler üzerinden tanımlar. Onun yaklaşımı,mimarlığın yalnızca inşa edilmiş form değil, aynı zamanda potansiyel deneyimlerve olayların taşıyıcısı olduğunu öne çıkarır. Bu bakış açısı, conceptualizing context kavramının teorik temellerini güçlendirir.
GAD Cappadocia Kepez:
Benzersiz jeolojik ve arkeolojik bağlama sahip bu proje, topoğrafya ve peyzajı doğrudan kavramın çıkış noktası haline getirmiştir. Yeni yapılar, kazı alanlarından çıkan taşlarla ilişkilendirilmiş, termal kaynaklar ise hem günlük kullanım hem enerji üretimi için entegre edilmiştir. Böylece coğrafyanın doğrudan etkisiyle şekillenen özgün mekânlar yaratılmıştır.
GAD Cappadocia Spa Hotel:
Taş ocakları bölgesindeki bu proje, bölgenin kültürel ve doğal bağlamını yeniden kazanım stratejisiyle ele almıştır. Arkeolojik bulgular ve termal su kaynakları, tasarımın ana belirleyicileri olmuştur. Yapı, doğal ve yapay arasındaki sınırları silerek, bağlamı hem koruyan hem yeniden yorumlayan bir deneyim sunmuştur.
GAD Karlık Spa Hotel:
Uçhisar Kalesi yakınındaki bu proje, Kapadokya manzarasıyla doğrudan ilişki kuran bir kurguyla geliştirilmiştir. Farklı yönlere yerleştirilmiş kütleler hem manzara hem de mahremiyet kriterleriyle düzenlenmiş, spa mekânı doğalkarakterini bodrum katta korurken odalar farklı mekânsal deneyimler sunmuştur. Böylece bağlam, tasarımın yönlendirici unsuru olmuştur.
Conceptualizing Context, bağlamın bizzat tasarımın kavramsal çekirdeği haline gelmesi anlamına gelir. Bu yaklaşımda çevre,yalnızca uyum sağlanacak bir dış koşul değil, konsepti doğrudan şekillendiren bir ilham kaynağıdır. Örneklerde görüldüğü üzere, ister Sydney Opera Binası’nın yelken formu, ister Fallingwater’ın şelale ile bütünleşmesi, ister Kapadokya’daki projelerin jeolojik ve kültürel bağlamı olsun, context,mimariyi dönüştüren yaratıcı güce dönüşür.